Momentum 40′ Söyleşileri Dr. Gökten Doğangün ve Prof. Dr. Gülay Toksöz’ün sohbetiyle devam ediyor. Cinsiyet Eşitliğini İzleme Derneği YK üyesi, emekli akademisyen Prof. Dr. Gülay Toksöz’le gerçekleştirdiğimiz söyleşimizi dilerseniz Youtube kanalımızdan dinleyebilir, dilerseniz okuyabilirsiniz.
Gökten Doğangün: Merhabalar, Momentum Gençlik Derneği’nin düzenlediği yeni bir webinara hoş geldiniz. Bugün sayın hocamız, Profesör Doktor Gülay Toksöz ile birlikte genç kadınların ve kadınların pandemi döneminde istihdamda yaşadıkları sorunlar ve eşitsizliklerle ilgili konuşacağız. Öncelikle hocamızı tanıtmak isterim. Sayın Profesör Dr. Gülay Toksöz, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü emekli öğretim üyesidir. Şu anda Cinsiyet Eşitliğini İzleme Derneği yönetim kurulu üyesi olarak araştırmalarına ve çalışmalarına devam etmektedir. Özellikle kadın emeği ve kadın istihdamı alanında kendisi önde gelen araştırmacılardan biridir. Hocam hoş geldiniz aramıza.
Gülay Toksöz: Hoş bulduk. Teşekkür ederim, beni de davet ettiğiniz ve genç izleyicilerimize hitap etme imkanı sunduğunuz için.
G.D: Biz de katılımınızdan çok memnuniyet duyduğumuzu iletmek isteriz. Hocam biliyorsunuz kadın istihdamı Türkiye’nin en sıkıntılı sorunlarından biri. Avrupa ülkelerinin çok gerisinde kalıyoruz kadınların istihdama girmesi açısından. Siz de bu konuda çok güncel verileri, yasal mevzuatı takip eden araştırmalar yapıyorsunuz. İsterseniz kadınların istihdamdaki durumlarını sayısal veya sektörel olarak anlatmakla sohbetimizi açabiliriz.
G.T: Memnuniyetle. Aslında kadın istihdamının düşük olduğuna dair saptama, yaklaşık son 30 yıldır yapılan bir saptama. 1990’lardan bu yana ve bunun nedenleri üzerine olan araştırmalar ise daha çok 2000’li yıllarda ve esas itibariyle de feminist sosyal bilimciler tarafından ortaya konmaya başladı. Çünkü bu Türkiye’ye özgü bir sorun da değil. Dünya çapında kadınların istihdama katılım oranlarının erkeklerinkinden daha düşük olduğunu görüyoruz. Mesela 1995’te Pekin’de yapılan Birleşmiş Milletler 4. Dünya Kadın Konferansı, bu konuyu ayrıntılarıyla ele aldı ve orada yapılan saptamalardan en önemlisi kadınların hane içinde üstlendikleri ev ve bakım işlerinin, bunlara ayırmak zorunda kaldığı zamanın onların istihdama ya da bir diğer deyişle gelir getirici çalışmaya katılımı önündeki başlıca engel olduğu idi. Yani kadınlar çeşitli ülkelerde farklı sürelerle olmakla birlikte günlük zamanlarının büyük bir kısmını ev işlerine, çocuk, yaşlı, engelli, hasta bakımına ayırmak durumunda kalıyorlar ve dolayısıyla, diyelim ki daha az gelişmiş ülkelerde bu süre çok daha uzun zaman alırken, çünkü ev işlerinde yardımcı teknolojiler son derece az, altyapı yetersiz belki evlerin hepsinde su ve elektrik yok ve benzeri, bu süre çok daha uzunken, daha gelişmiş, bu anlamda teknolojinin daha ileri olduğu ülkelerde de biraz daha kısa zaman almakla birlikte hala kadınların önemli bir zamanını almaya devam ediyor. O yüzden Birleşmiş Milletler’in söz konusu toplantısında katılımcı ülkelere zaman kullanım anketlerinin yapılması tavsiye ediliyor ve bu zaman kullanımı anketleri dünyanın birçok ülkesinde, bu arada Türkiye’de de uygulanmaya başlandı. Türkiye’de 2008 ve 2014’de 6 yıllık aralarla uygulanması öngörülen bir anket bu, şu gerçekliği ortaya koydu ki, kadınlar günlük ortalama 4,5 saatlerini ev ve bakım işlerine harcarken, erkekler için bu süre 1 saatten az, 50 dakika civarında. Şimdi, ilginç olan husus şu, eğer kadınlar dışarıda gelir getirici bir işte çalışıyorsa bu süre biraz azalmak ile birlikte hala günlük 3 buçuk saat civarında. Oysa erkeklerde 40 dakikalara iniyor. Yani kadın aslında dışarıda gelir getirici bir işte çalışmasına imkan tanımayacak kadar çok emek ve zamanını herhangi bir karşılığı olmayan, toplum nezdinde görünmez olan, hem de herhangi bir değer atıf edilmeyen ev ve bakım işlerine ayırıyor, onun için de buna “kadınların görünmeyen emeği” adı veriliyor.
Şimdi bunun üstesinden gelmek için ya da daha doğrusu şöyle ifade edeyim, iktisadi gelişmeye bağlı olarak kadın işgücüne talep arttığında, bu her ülkede farklı bir gelişme süreci izliyor. Çünkü her ülkenin sanayileşme ve gelişme süreci farklılık gösteriyor,özellikle belirli sanayi dallarında, başta tekstil-konfeksiyon olmak üzere, gıda ve benzeri alanlarda kadın işgücüne ihtiyaç duyulduğu vakit, kadınları evin dışına çekmek, onları işçi sınıfının bir parçası haline getirmek için tarihsel bir gelişme olduğunu görüyoruz. Geçmişi Sanayi Devrimine kadar uzatılabilir ama süreç, esas itibariyle 20.yüzyılın ikinci yarısında hizmetler sektörünün gelişmesi ve bu sektörde kadın iş gücüne duyulan ihtiyacın daha da artması ile bu talebin yükselmesi ve daha çok kadının işgücü piyasasına çekilmesine yol açıyor. Şimdi burada bir uzlaşmaz çelişki var gibi görünüyor. Kadınlardan hem ev ve bakım işi yapmasını bekliyorsunuz hem dışarıda ücretle çalışan olmasını bekliyorsunuz.
Çözüm nerede bulunmaya çalışılıyor? Çoğu zaman ya bakım hizmetlerine yönelik kurumsal hizmetlerin sunulması ya da bakım hizmetlerinin evde ücretli işçi istihdamı yoluyla karşılanması ya da kadınların esnek çalışma biçimleri denen, kısmi zamanlı çalışma biçimleri ile ev işlerini, bakım işlerini ve dışarıdaki işleri bağdaştırması, bir arada yürütmesi şeklinde. Bu hizmet biçimlerinin kadınların işgücüne katılımını ciddi şekilde arttırdığını, ama her ülkede hizmetlerin sunuluş biçimine bağlı olarak kendi içinde farklılıklar taşıdığını görüyoruz.
Şöyle bir örnek vereyim genellikle toplumsal cinsiyet eşitliğinin en ileri örnekleri kabul ettiğimiz İskandinav ülkeleri mesela, bakım işlerini tümüyle topluma ait bir sorumluluk olarak görüyor ve devlete ait çocuk yuvaları yoluyla, huzurevleri ve gündüz bakımevleri yoluyla bunu kadınların omuzundan alıyor, dolayısıyla kadınların tam zamanlı istihdama katılması destekleniyor. Böylece en yüksek oranda istihdama katılım Avrupa ülkeleri içinde bu ülkelerde gözleniyor. Bunun farklı modelleri var kuşkusuz. Devletin ekonomik hayata bu kadar fazla müdahale etmesinin istenmediği, daha liberal dediğimiz ülkeler, örneğin İngiltere’de bakım hizmetlerinin daha çok piyasadan, özel sektörden, özel kurumlardan temin edildiğini görüyoruz. Devletin kısmen bu tür kurumları sübvanse ettiğini, yani belli ölçüde mali destek verdiğini görüyoruz. Bir üçüncü model de özellikle Akdeniz ülkeleri yani Güney Avrupa ülkelerinde görülen model. Aslında buralar yakın zamana kadar kadınların istihdama en düşük katılımının olduğu ülkeler, çünkü esas olarak kadınlar aile içinde ve ev işi, bakım işi üstleniyorlar. Buralarda son yıllarda kadın işgücüne artan ihtiyaç, onların evin dışına çıkmasını gerektiriyor. Ancak bu hizmetler nasıl karşılanacak noktasında kurumsal bakım hizmetlerinin sunulmasında, özellikle kamusal kurumsal bakım hizmetlerinin sunulmasında bunun çok ciddi maliyet boyutu olabileceği gerekçesiyle, ki bu küreselleşme sürecinde giderek yaygınlaşan neo-liberal dediğimiz piyasa ağırlıklı ekonomi politikaları ile yakından bağlantılı, bireylerin bir şekilde hane içinde bunu kendi kendine çözmesi bekleniyor. Nasıl çözecek? Ücretli işgücü istihdam edecek, ancak bunun maliyetinin fazla yüksek olmaması lazım. O halde ucuz olarak bunu temin etmek gerekiyor ki, bu noktada işte göçmen kadın işçilerin devreye girdiğini görüyoruz. Bütün Güney Avrupa ülkelerinde yaygın bir göçmen kadın işçi istihdamı var. Bunların önemli bir kısmı kayıt dışı çalışan işçiler. Dolayısıyla maliyetler daha da düşük tutulabiliyor, daha düşük ücretle ve sosyal güvenlik ve benzeri prim ödemelerinin söz konusu olmadığı bir işgücü.
Türkiye’nin durumuna bakınca aslında bu anlamda Güney Avrupa ülkelerine benzerlik gösteriyor ama Türkiye’de kadınların istihdama katılımı Güney Avrupa ülkelerinden de daha düşük, yani kabaca onların 20 sene önceki oranlarını bugün Türkiye’deki oranlar olarak görmek mümkün. Nedir bu oranlar? Türkiye’de ortalama 3 kadından biri yaklaşık %35 işgücüne katılıyor. İşgücü dediğimiz vakit, bunun içinde hem çalışanlar var hem işsizler var. Çalışan kadınların oranına baktığımızda, yani istihdam oranına baktığımızda, yüzde 30’un da altında düşüyor, %28-%29 civarında bir oran bu. Oysa oran erkeklerde çok daha yüksek, yani erkeklerin yaklaşık dörtte üçü işgücünde ve %65 civarında bir kısmı da istihdamda yer alıyorlar. Türkiye’de bu oranın çok düşük olmasının gerisinde birden çok faktör var, bunun altını çizeyim. İlki Türkiye’nin ekonomik büyüme politikaları, yani geçmişteki sanayileşme politikaları ve günümüzdeki özellikle inşaat ağırlıklı büyüme politikaları, kadın işgücüne talebin düşük kalmasında etkili oldu. Baktığımız vakit sanayide her ne kadar emek yoğun bir takım kollar, mesela tekstil, konfeksiyon, gıda ve benzeri, önemli bir paya sahip olsa bile bu alanlardaki kadın işçi istihdamı başka ülkelere kıyasla daha düşük oranlarda kaldı. Türkiye’deki kadın istihdamının artışı, Güney Avrupa ülkelerine paralel bir şekilde hizmet sektörünün büyümesi ile birlikte seyretti. Yani bu ülkelerin hiçbiri bu anlamda sanayileşmede çok başarılı kabul edilen ülkeler değil kıta Avrupası ülkeleri ile kıyaslandığı vakit. Daha çok tüketim mallarının üretilmesi ve ihraç edilmesi üzerinden ekonominin faaliyette bulunduğunu görüyoruz. Ancak hizmetler sektörünün büyümesi ile birlikte, ki burada tabi eğitim önemli bir alt alan, sağlık önemli bir alt alan, bankacılık ve finans hizmetleri önemli bir alt alan, bütün buralarda kadın istihdamında kadınların önemli bir payı olduğunu görüyoruz. Türkiye’de de bunu artıran gelişme hizmetler sektörünün büyümesi oldu. Fakat Türkiye’de ekonomik kaynakların öncelikle ayrıldığı alan, özellikle son 20 yıldır diyebilirim, inşaat sektörü yani buna dayalı bir büyüme modeli benimsendi. İnşaat sektörü, yapılan altyapı yatırımları ise eğer, havalimanları, barajlar ve benzeri teknoloji yoğun alanlar. Daha küçük ölçekli bina inşaatı ve benzerinde tabii ki emek yoğun ama çok büyük ölçüde erkek iş gücüne dayanan alanlar. Dolayısıyla siz kaynakların büyük bir kısmını bu anlamdaki yatırımlara tahsis ederseniz, o zaman bu alanlarda kadın işgücü talebi hemen hiç olmadığı için Türkiye’deki istihdam, erkek işgücü istihdamı olarak artar. Gözlediğimiz şey de bu Türkiye’de. İstihdamda bir artış var, hem kadınlar hem erkekler açısından, ama erkekler açısından bu artış çok daha fazla. Öte yandan hizmet sektöründeki kadın istihdam artışını da gözlüyoruz, ama bu artış görece daha düşük. Bu kısım, yani iş gücü talebi işin bir boyutu. İstihdamla ilgili diğer boyutu ise işgücü arzı boyutudur. İktisatçılar için en temel kuraldır, işgücü arz ve talebinin kesiştiği noktada istihdam düzeyi belirlenir. İşgücüne talep kadınlar için göreli artıyor dedik, peki kadınların işgücü arzı ne durumda diye bakınca orada da şunu söylemek mümkün, yani yine tarihsel süreç içinde bakmak lazım, kadınların eğitim düzeyi yükseldikçe işgücü arzları yükseliyor.
Türkiye’de yakın yıllara kadar eğitimde ciddi bir cinsiyet açığı vardı ve kadınların ortalama eğitim düzeyi erkeklerinkinden düşüktü. Ancak son yıllarda, ilk başta bu 8 yıllık zorunlu eğitime geçilmesi, son birkaç yıldır 12 yıllık zorunlu eğitime geçilmesi ile birlikte bu açığın giderek azaldığını görüyoruz. Orada kendi içinde başka bazı sorunlar var tabii ki, özellikle açıköğretim olayı ile birlikte, ortaöğretimdeki açık öğretimde kız çocukların oranının çok daha yükselmeye başlaması şeklinde. Bakıyorsunuz okullaşma oranları evet birbirine çok yaklaşmış, ama hangi okul türleri diye ayrıştırarak baktığımızda, mesela düzenli okula devam etmenin söz konusu olduğu okullara kıyasla kız öğrenciler açık öğretimde daha yüksek oranda. Genel olarak eğitim düzeyinin yükselmesi kadın işgücü arzının artışını beraberinde getiriyor. Eskiden üniversite mezunu olan bir genç kadın ‘Ben bu kadar okudum, artık çalışma hayatında yer almalıyım’ diye düşünüp iş aramaya başlarken, bu, lise mezunu genç kadınların sayısının artması ile birlikte lise mezunu genç kadınlar için de söz konusu olmaya başladı. Dolayısıyla geçmişte düşük eğitim düzeyi ve düşük bir kadın işgücü arzı varken günümüzde artan eğitim düzeyi ile birlikte lise mezunu ve üniversite mezunu kadınların işgücü arzında ciddi bir artış var. Ancak bu işgücü arzı istihdama dönüşüyor mu diye baktığımızda orada karşımıza çıkan çok yüksek işsizlik tabloları oluyor. Kadınlar iş aramaya başladıkları vakit, bir kere geçmişte eğitim düzeyleri düşükken iş arama kanalları farklıydı yani erkeklerle kadınlar farklı şekillerde iş arıyorlardı. Örnek vermek gerekirse erkekler gördüğü her iş ilanına belki başvuruda bulunuyorlardı ama kadınlar gördükleri iş ilanına başvurmadan önce bir tedirginlik duyuyorlardı. Gittikleri yer güvenli bir yer mi, kimlerle karşılaşacaklar, orada herhangi bir risk, özellikle cinsel taciz riski söz konusu olabilir mi diye kendi tanıdık çevreleri üzerinden, ‘Güvenilir, bildiğiniz bir yerde eleman aranıyor mu?’ diye sorma yoluna gidiyorlardı. Bu durum da onların iş bulma imkanlarını oldukça kısıtlıyordu. Diyebilirsiniz ki lise mezunu ve üniversite mezunu kadınlar için durum farklılaştı. Doğrudur, ama bu iki grup için de işsizlik oranları genç erkeklerinkine kıyasla çok daha yüksek. Çünkü hala genç kadınlar açısından çalışılabilir nitelikteki işler belli kriterlere dayanıyor ve kriterlerin başında da yine iş yerinin düzgün, güvenilir bir iş yeri olması çok büyük önem taşıyor.
Hakikaten Türkiye’de çalışma yaşamında cinsel taciz çok ciddi bir sorun alanı ve genç kadınların iş arama imkanlarını kısıtlıyor. Erkekler ise toplumsal olarak onlardan beklenen aileyi geçindirme yükümlülüğü ile ne bulursa yapmak durumunda kalıyorlar. Başlangıçta seçici olsalar bile bir süre sonra tercihleri giderek kısıtlanıyor. O yüzden genç erkeklerdeki işsizlik oranları da kendi içinde yüksek olmakla birlikte kadınlarınkine kıyasla daha düşük. Eğitim düzeyine göre işsizlik oranı lise mezunlarında %25 civarında, üniversite mezunlarında yüzde 20’ye yakın. Genç kadın işsizliği %30’a yaklaşıyor, yani bu kabaca her üç kadından biri işsiz demek. Bunlar tabi Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2019 rakamları. 2020 yılı tamamlandığında ve yeni rakamlar ortaya çıktığında çok daha vahim, olumsuz bir tablo ile karşılaşacağız. Bu da salgın ile bağlantılı olarak karşımıza çıkıyor.
G.D: Hocam soracağım çok soru var ama bunu özellikle hemen sormak istiyorum, çünkü Türkiye İstatistik Kurumu’ndan bahsettiğiniz. Hatırlarsanız birkaç sene önce Türkiye’deki kadın istihdam oranı %27-28’lerden birden %30’lara çıktı ve hükümet ‘Büyük bir başarı kaydettik’ gibi bir şey söyledi. Fakat o zaman feminist araştırmacılardan ve derneklerden şöyle bir itiraz geldi, evde bakım hizmetleri için kadınlara verilen nakdi yardım da kadınların işgücüne katılmış olması olarak değerlendiriliyor, istatistiksel verilere bu şekilde dahil ediliyor diye. Şu an gördüğümüz bu %34 küsur kadın istihdam oranı da yine aynı şekilde nakdi destek alan kadınların sayısı dahil mi, yoksa aktif olarak istihdamda olan kadınlar üzerinden bir istatistik mi üretti TÜİK?
G.T: Şimdi orada şunu belirteyim, evde bakım yardımı alanların yani evde ağır düzeyde engelli bir bireyin bakımını üstlenenlerin çok büyük çoğunluğu kadınlar hane içinde. Dolayısıyla bu evde bakım yardım uygulaması başladığında da yardımların esas hedef kitlesi kadınlar oldu. Şu anda kesin oranları bilmiyorum ama şunu söylemek mümkün %80’in üzerinde bir kesim bu yardımların alıcısı konumunda olan, kadın. Şimdi bu kadınlar açısından, yani burada yine bir parantez açıp şunu söyleyebilirim ki o vakte kadar karşılıksız olarak yaptıkları işe karşılığı olmayan bir tutar olsa bile bir ödeme yapılması anlamlı bir şey.Bu, Türkiye’de aslında sosyal hizmetlerin daha çok aile içinde karşılanması politikalarının bir yansımasıdır. Kurumsal hizmetler yerine ailede bunun karşılanması en düşük maliyetli çözüm olarak tercih ediliyor devlet tarafından, ama öte yandan kadınlar için belli bir olumlu boyutunun olduğunu söylemek lazım. Yoksul haneler için bu çünkü önemli bir gelir kaynağı ama öte yandan özellikle mesela engelli bir çocuksa ve bir kadın anne olarak ömür boyu bu çocuğa bakmak durumunda ise, bütün yaşamı boyunca eline geçen para bundan ötürü asgari ücretin yarısından biraz daha az bir tutar, yani en son 1000 küsur lira civarında bir tutar diye hatırlıyorum. Peki bu kadın kendisi yaşlandığında ve bakıma muhtaç hale geldiğinde veya baktığı engelli kişi öldüğünde, onun yaşamını bundan sonra nasıl sürdüreceği noktasında çok büyük bir soru işareti var. Çalışma hayatının dışında kalmış, sosyal güvenlik haklarından yararlanamayan ve aslında kendisine bir lütuf gibi ödenen bu parayı alan, bundan mutlu olan kadınlar açısından bunun sosyal güvenlik boyutunun olmaması büyük eksikliktir. Bu uygulama başka Avrupa ülkelerinde de var. Ama onların bu şekilde sosyal bakım yardımı alan kişileri belirli sosyal güvenlik kapsamına soktuğunu görüyoruz. Çünkü hakikaten bu insanlar bakım hizmeti nedeniyle işgücünün dışında kalıyor. Ciddi bir emek harcıyorlar ve çalışıyorlar, sınırlı ödemenin dışında emeklerinin karşılığı yok. Bunun altını çizdikten sonra sorduğunuz soruya geleyim.
Bu konu gündeme geldiğinde sanıyorum 2011-2012 yılları idi. Benim çok ilgimi çekti ve ben o zaman TÜİK’e Bilgi Edinme Kanunu kapsamında bir başvuruda bulundum ve bu soruyu sordum. Çünkü bu söyleniyordu birtakım toplantılarda. Oradan gelen cevapta “Evet bu kadınlar istihdamda sayılmaktadır” dendi. Biz de feminist sosyal bilimciler, iktisatçılar olarak onun üzerine “Madem bunlar istihdam kapsamındalar o halde niye devlet kayıt dışı istihdamda bulunuyor ve bu kişilere sosyal güvenlik imkanları sunmuyor?” sorusunu yöneltmeye başladık. Şimdi bunun kuşkusuz istihdam sayılarını arttıran bir yönü var, ancak oranları bu kadar yüksek şekilde arttırır mı ondan çok emin değilim. Sonuçta 500 bin civarında hanede sosyal bakım yardımından yararlanan kişi var, ancak bunların içinde ne kadarının istihdam içinde sayıldığı noktasında TÜİK’in çok net olamadığını görüyorum. Yani daha doğrusu, Hane Halkı İşgücü Anketlerine bakıldığı zaman bu konumda istatistiklere dahil olanlar geçmiş yıllarda 100-150 bin kişi arasındaydı. Yani orada yardım alanların tamamı istihdamda sayılmıyor. Herhalde kendilerine göre bir takım teknik gerekçeleri var bunların. O sayı da toplam istihdamı şöyle söyleyeyim, kentli kadın istihdamı içinde, belirli bir eğitim düzeyinin altında ve düşük gelir gruplarında olan kadın açısından arttırıyor. Ama bir bütün olarak kentli kadın istihdamı sayılarına baktığımız vakit, bu artışın etkisinin çok da yüksek olduğunu söylemek mümkün değil.
Bence artışın olmasının gerisinde bir başka neden, kendi hesabına çalışma biçimlerinin “kadın girişimciliği” adı altında destekleniyor olmasının rolü olabilir. Çünkü girişimci kadın sayılarında artış var. Çünkü çok çeşitli destek, teşvik tedbirleri gündeme geliyor. Bir zaman mikro kredi verilmesi uygulaması çok yaygındı, şu anda ne kadar güncel, devam ediyor bilmiyorum ama, bunlara bağlı olarak sayı artıyor. Bir de dediğim gibi hizmet sektörünün belli alanlarında, mesela en somut örneklerden biri çağrı merkezleridir. Çağrı merkezlerinin büyük ölçüde kadın iş gücüne dayalı olduğunu görüyoruz. Bu tür alanlarda kadın işgücüne talep artıyor. Dolayısıyla ücretli ve sigortalı olan çalışan kadın sayılarında da artış var. Bütün bunlar kadın istihdamı açısından oranlarda bir yükselmeyi beraberinde getiriyor ama bu süreç çok yavaş işliyor, bunun altını çizeyim. Türkiye’nin Avrupa Birliği ortalamalarına varması için bu artış hızı ile herhalde 30-40 yıl falan geçmesi gerekecek.
G.D: Bahsettiniz artışlarına rağmen hala %35’in altında bu işgücü.
G.T: Evet, o işgücü, istihdamda %28 ya da %29 civarında.
G.D: Maalesef çok düşük. Hocam az önce eğitim seviyesi yükseldikçe işgücüne katılım oranı artıyor demiştiniz fakat istatistiksel olarak bir veri olmadığından yola çıkarak, bir taraftan da özellikle muhafazakar siyasi iklimde üniversite mezunu kadınların da iş gücünden gönüllü olarak çekilmeye başlaması gibi bir-iki araştırma okudum ben. Çok da detaylı araştırmalara denk gelmedim, bu konuda bir gözleminiz oldu mu veya bildiğiniz bir araştırmaya dayanarak yorumlayabilir misiniz?
G.T: Aslında Türkiye’de üniversite mezunu kadınların işgücüne katılım oranı %70’ler civarında, bu yıllardan beri böyle ve bunun çok azaldığına dair bir bilgim yok. TÜİK’in Hane Halkı İşgücü Anketleri kadınların eğitim seviyesine göre işgücüne katılma oranlarını verdiğinde, yani burada istatistikleri etkileyecek oranında bir azalmadan söz etmek mümkün değil. Bence buradaki temel dönüm noktası muhafazakarlığın ötesinde bir şey. Üniversite mezunu olan kadınların %30 kadar bir kısmı, başlangıçta veya sonrasında aile sorumlulukları, ev ve bakım sorumlulukları nedeniyle çalışma hayatında yer almıyor. Yani belki daha yüksek oranda yer alıyorlar başlangıçta ama evlendikten ve çocuk sahibi olduktan sonra çocuk bakım hizmetlerindeki büyük yetersizlik ve eğer kaliteli bir çocuk bakım hizmeti almak istiyorsanız bunun için ayırmanız gereken kaynağın yüksekliği, kadınları işgücü piyasasında kalmaktan alıkoyuyor. Yani çoğu kadın iş yaşamından ayrılıyor. Çocuklar belli bir yaşa geldikten sonra dönmek istediğinde ise çoğu zaman yeni yetişmiş gençler var, onların sahip olduğu mesleki bilgiler eskisi kadar güncel değil ve benzeri sebeplerle iş bulmakta daha büyük zorluk çekiyorlar. Dolayısıyla ayrılanların Türkiye’de işgücü piyasasına dönme olasılıkları oldukça düşük.
Belli bir kesim, özellikle kamu sektöründe çalışanlar, çocuk sahibi olduklarında ayrılmıyorlar. Çünkü kamu kesimi Türkiye’de çalışma hayatında çalışan kadınlara bu anlamda ‘en cömert’ destekleri sunan kesim. Çocuk doğurduğunuzda, en son 2016 başında yapılan düzenlemeyle, 2 ay süreyle doğum iznini tamamladıktan sonra kısmi zamanlı çalışma yapabiliyorsunuz, 6 ay ücretsiz izin alabiliyorsunuz. Hatta bu düzenleme çocuğun okul yaşı gelene kadar kısmi zamanlı çalışma imkanı sunuyor. Daha önce de ücretsiz izin imkanı vardı ve 1 yıla kadar kullanılabiliyordu. Kamuda kurumlara göre kendi içinde farklılık olabilir ama uygulanabilen bir pratikti. Dolayısıyla kamudaki kadınlar açısından, memur olmuşsunuz, güvenceli bir statüde çalışıyorsunuz ‘Çocuk sahibi oldum’ diye işten ayrılma oranları çok düşük. Özel sektörde durum daha farklı yani özel sektördeki çalışma saatlerinin uzunluğu ve genellikle bu doğum sonrası izinlerin büyük ölçüde kanunun tanıdığının ötesine asla geçmemesi, kısmi zamanlı izin kullanmak istediğiniz vakit bu noktada ciddi güçlüklerle karşılaşmanız, izin kullandığınız takdirde döndüğünüzde eski iş yerinizde yer almayacağınıza dair yapılan uyarılar ve benzeri kadınları ya işte kalmaya devam etmek ya da ayrılmak ikilemine sokuyor. Bir de çalışma saatlerinin uzunluğu tabii fazla mesailerin yaygınlığı da bu ayrılma eylemini güçlendiren bir unsur oluyor.
Dolayısıyla ben üniversite mezunu kadınların iş yaşamından ayrılmasını, esas olarak başta da belirttiğim Türkiye’deki bakım hizmetlerinin yetersizliği ile açıklayabilirim. Yaşam döngüsü içinde genç olarak evleniyorsunuz, çocuk sahibi oluyorsunuz, bu ikilem ile karşılaşıyorsunuz ya da ilerleyen yıllarda mesleğinizde de bayağı bir ileri noktaya gelmişken bakıma muhtaç büyüklerinizin varlığı nedeniyle, anne babalarınızın varlığı nedeniyle bu ikilem ile tekrar karşı karşıya kalıyorsunuz.
Genellikle ileri yaşlardaki kadınlar yani eğer kazançları da buna el verecekse, tabii bunu uzman mesleklerde çalışan kadınlar için söylüyorum, bir bakıcı tutma yoluna gidiyorlar. Bu bakıcı tam zamanlı yerli bir kadın da olabilir ya da gece yatılı kalması isteniyorsa göçmen de olabilir. Göçmen bakıcıların Türkiye’de de çok yaygın bir pratik haline geldiğini görüyoruz.
G.D: Peki hocam pandemi dönemi kadınların işgücünü ve istihdama katılımını nasıl etkiledi? Hepimiz için zor ve olumsuz bir dönem oldu ama kadınlar için bir-iki kat daha fazla zor bir dönem oldu. Siz neler gözlemlediniz bu döneme dair?
G.T: Tabi kişisel olarak hepimizin gözlemledikleri var. Bunun dışında yapılan bilimsel çalışmalar açısından baktığımızda, bu yılın Mayıs ayında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın yaptırdığı bir araştırma var ve bunun bulgularını meslektaşlarım Emel Memiş ve İpek İlkkaracan yorumladılar ve şunu ortaya koydular; kadınların hane içindeki iş yüklerinde çok ciddi bir artış oldu. Salgınla birlikte bir kere hijyen, temizlik ihtiyacının çok artmış olması, çocukların evden eğitime devam ediyor olmaları, hafta sonları epey bir süre uygulanan sokağa çıkma yasakları ve benzeri gelişmeler kadınların iş yükünün 4 kat artmasına yol açmıştır gibi bir bulguya ulaştılar. Erkekler için de bir artış var ama erkeklerde 1 ise 1.5 katına çıkıyor, kadınlarda 1 ise 4 katına çıkıyor.
Bir diğer sorun ise kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izne çıkarma uygulamalarının başlaması ile birlikte kadınların bunlardan çok daha yüksek oranda olumsuz etkilenmesi. İş yerleri eleman sayısını çok azaltıp az sayıda elemanla devam etme kararını aldığı vakit, tabi ki oradaki işgücünün niteliğine bağlı olarak farklılık gösterebilir ama çok daha yüksek oranda kadınların ücretsiz izne gönderildiğini görüyoruz. Bu işin bir boyutu, diğer boyutu da işsizlik ve azalan istihdam sayıları. Bu konuda özellikle DİSK Araştırma Enstitüsü’nün yayınladığı veriler var. Onlar da Hane Halkı İşgücü Anketlerini yorumluyorlar ama ortaya koydular ki, istihdam azaldığı vakit kadın istihdamındaki azalma oransal olarak erkeklerinkinden çok daha yüksek. Mutlak rakamlarda erkekler yüksek olabilir. Çünkü sonuç olarak çalışma hayatında da kadınlar daha düşük sayılarda yer aldığı için bu mutlak sayıları farklı etkileyecektir ama oransal olarak diyelim, her 100 kadından 35’inin istihdamdan çekilmesi söz konusuysa bu erkekler de her 100 erkekten 25’inin istihdamdan çekilmesi gibi olabilir. Mutlak sayı ise kadınlar için dediğim gibi 500 bine denk gelir, erkeklerde ise 1 milyona denk gelebilir.
Kadınların açısından bu etkilenmenin daha olumsuz olduğunu görüyoruz. Yani Türkiye’de işsizlik rakamlarının, oranlarının düştüğü açıklanıyor resmi yetkililer tarafından ama bu resmin sadece bir yüzü. İstihdamda çok ciddi azalma var ve istihdamdan çekilen insanlar ne yapıyorlar diye baktığımızda bu insanların artık iş aramalarının söz konusu bile olmadığını görüyoruz.
Biz işsizlik rakamlarına bakarken Türkiye’deki işsizliği gerçek boyutları ile kavramak için sadece TÜİK tarafından açıklanan oranlara bakmıyoruz, sayılara bakmıyoruz. Bir de yine TÜİK tarafından istatistiklere giren işgücü dışında kalanlar diye bir kategori var. Bu işgücü dışında kalanlara baktığımız vakit bunun yarısından fazlasının, kadınlar için söylüyorum ev işleriyle meşgul olduğunu ev ve bakım işleri diye bunu genişletebiliriz, bunun için çalışma hayatında yer almadığını görüyoruz. Tabi bunun içinde öğrenci olanlar olduğu için çalışma hayatında yer almayanlar var, emekli olduğu için yer almayanlar var ama bizi ilgilendiren iki kategori şu; çalışmak istediği halde iş aramayanlar ve iş arayıp bulamadığı için iş aramaktan vazgeçenler. Bu iki grup kadınlar açısından bir araya getirildiği vakit, bunların toplamı işsiz kadın sayılarını geçiyor. Türkiye’de esas olarak gerçek işsizlik sayılarını görmek istediğiniz vakit özellikle kadınlar açısından, bu rakamların toplamına bakmak lazım. O zaman işsizlik oranları açıklananların kat kat üstüne çıkıyor. Bu her yaş grubu için geçerli bir olgu.
G.D: Hocam sohbetimizi son bir soru sorarak bitirmek istiyorum. Özel sektörde kadınların karşılaştığı belirli ayrımcılıklar var mı? Örneğin Rusya’dan şöyle bir bilgi sahibiyim, bekar ve genç kadınların istihdama, işgücüne katılmaları çok daha zor çünkü evlenecekler, çocukları olacak, hamilelik izni, süt izni, hastalık izni gibi sosyal haklarına başvuracaklar diye bir direnç var. Öyle ki yasaya göre de kadınları annelik haklarını talep etmelerinden dolayı işten çıkarmak yasak. Fakat işverenler işe başlama süreçlerinden önce kadınlardan bir imzalı kağıt alıyorlar, bir istifa dilekçesi alıyorlar ve kadın çocuk sahibi olmaya karar verdiğinde bunu işleme koyuyorlar ki, bu sayede tazminat ödemekten ve diğer sosyal hakları karşılamaktan kendilerini muaf tutuyorlar. Türkiye’de de bunun gibi bir yasanın varlığını bilmiyorum. Ancak bu tür hak ihlalleri, eşitsizlikler ve ayrımcılıklar özellikle genç kadınlar için özel sektörde var mı?
G.T: Kuşkusuz, bu söylediğiniz Rusya’ya ilişkin bulgular çok çarpıcı yani sorunun evrensel olduğunu bir anlamda gösteriyor. Tabi ki Türkiye’de de bu tür hak ihlalleri çokça yaşanıyor. Şöyle söyleyeyim, işverenlerin işkollarının özelliklerine göre farklılık göstermekle birlikte öncelikli tercihinin, özellikle imalat sanayinde genç bekar kadınlardan yana olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bunların ailevi sorumlulukları yok, fazla mesaiye kolaylıkla kalabilirler ve zaten niteliksiz bir işgücü, bu kişilerin eğitimi için uzun boylu bir kaynak ayrılması da söz konusu değil. Eğer evlenip de ayrılacak olurlarsa, yerleri kolaylıkla bir başkasıyla doldurulabilir. Dolayısıyla böyle bir tercih araştırmalarda belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor.
Nitekim biraz önce sözünü ettiğim çağrı merkezleri olsun, yine giderek son yıllarda çok yaygınlaşan alışveriş merkezlerinde tezgahtar, satıcı olarak çalışan kadınlar olsun, buralarda da genç ve bekar kadınların tercih edilmesi durumu geçerli, ancak o şartlar altında uzun çalışma saatlerine uyum göstermeleri söz konusu oluyor. Ancak vasıflı bir iş gücünü işe alıyorsanız yani üniversite mezunu, belli teknik vasıfları var, bu mühendislik alanında olabilir, fen bilimleri alanında olabilir, hukuk ya da sosyal bilimlerin belli alanlarında da olabilir. Siz bu kişilerin işi yapması için, onların belli bir eğitimden geçirilmesini öngörüyorsanız, özellikle bankacılık sektöründe de böyle, belirli bir bankacılık eğitimi veriliyor birçok bankada, o zaman onların hemen işten ayrılmasını istemiyorsunuz yani verdiğiniz eğitimin en azından karşılığını alma beklentisi içindesiniz. Bu tür imzalı kağıt alma hikayeleri o zaman gündeme geliyor. Geçmişte yapılan birtakım araştırmalarda kadınlar bu tür tecrübelerini aktardılar.
Aslında bu tür imzalı bir kağıt almanın geçerliliği yok iş hukuku açısından ancak kişi açısından caydırıcı etkisi olabilir kuşkusuz ya da bu nedenle işten çıkarıldığı vakit mahkemeye başvurarak dava açmak durumundalar. Çoğu zaman insanlar bu tür davalardan kaçınıyorlar. Çok zaman alan, maliyetli ve sonuçta ne olacağını bilmediğiniz bir sürece girmek yerine yeni bir iş arayışına giriyorsunuz. Tabi ki bu tür konuların daha çok araştırma konusu olması lazım ve izlemeye tabi olması lazım.
Siz en başta beni tanıtırken Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği dediniz. Bizim dernek olarak yapmak istediğimiz şey de cinsiyet eşitliğinin Türkiye’de ne yönde gelişme gösterdiğini göstergelere dayalı olarak izlemek. Cinsiyet eşitliği hayatın her alanındaTürkiye’nin yerine getirmeyi taahhüt ettiği bir temel insan hakkıdır. Baktığımız vakit hem Anayasada, hem Türkiye’nin imzaladığı uluslararası sözleşmelerde, hem bunlara uygun olarak düzenlenen kanunlarda cinsiyete dayalı ayrımcılık yapılamayacağı açıkça belirtiliyor. Mesela, İş Kanunu’nun 5. maddesi cinsiyet ve diğer özelliklerden ötürü din, dil, ırk ve benzeri farklılıklara dayandırılarak ücretler farklı olamaz, işe almada ve işten çıkarmada farklılık, ayrımcılık yapılamaz diyor. Kişi ayrımcılık yapıldığını düşünüyorsa da hukuki olarak hak aranabileceğini düzenliyor. Ancak bütün gelişmelerin ne yönde olduğuna bakmak lazım. Yani çalışma hayatı ayrımcılıkların çoğu zaman gözlenebildiği bir alan ama hukuki düzeyde kaç dava açılmış, nasıl sonuçlanmış onu bilmiyoruz. Bilmek için bu alanda izleme yapmak lazım. Derneğimizin çalışmaları da, çalışma hayatı da bunlardan bir tanesi, çok çeşitli, farklı alanlarda bu tür izleme göstergelerini oluşturmak. Sağlık alanında olsun, eğitim alanında olsun, kentsel hizmetlere erişim, siyasal kararlara katılım, spor dallarında yer alma, dinsel hizmetlere erişim, insan-kadın ticaretinin önlenmesi gibi alanlarda cinsiyet eşitliği ne ölçüde gerçekleşiyor ya da ne ölçüde bunun uzağında kalıyor noktasında izleme faaliyetlerinde bulunuyoruz ve bunu düzenli olarak raporlaştırıyoruz, yayınlar yapıyoruz. Ben bu konuya ilgi duyan izleyicilerimizin derneğimizin web sayfasına girip bakmalarını önermek isterim.
G.D: Kesinlikle hocam. Derneğinizi tanıtmak ile çok güzel bir noktaya değindiniz. Instagram ve Twitter’dan ben de takip ediyorum ceid.org.tr ‘den. Çok güzel etkinlikler düzenliyorlar, çok güncel veriler paylaşıyorlar, raporlamalar yapıyorsunuz. Özellikle İstanbul Sözleşmesini kaldırmaya yönelik girişimde bir mobilize etme fonksiyonu oldu CEİD’in, çok da başarılı oldu. Özellikle İstanbul Sözleşmesi hakkında yanlış bilinen gerçekleri göstermek açısından işlevselliği olan bir platform. Çok teşekkür ediyoruz hocam derneğinizi tanıttığınız için de. Bizi izleyen sevgili arkadaşlarımız için de mutlaka takip etmelerini ben de öneriyorum. Hocam benim sorularım bitti bu keyifli sohbet için tekrardan çok teşekkür ediyoruz Momentum Gençlik Ağı Derneği adına, eklemek istediğiniz son bir nokta varsa, buyrunuz.
G.T: İzleyen bütün genç arkadaşlara daha güzel, daha sağlıklı günler, daha yaşanmaya değer bir Türkiye dileğiyle bitiriyorum.
G.D: Daha güzel günlerde buluşmak dileğiyle. Çok teşekkür ediyoruz.
G.T: Rica ederim. Ben teşekkür ederim.