Momentum’un AB Sivil Düşün Programı desteğiyle genç çalışanların pandemi döneminde iş hukuku bakımından yaşadıkları hak ihlallerini konu alan çalışmasının tanıtım toplantısı kaydı yayınlandı. Video kaydının deşifre edilmiş halini dilerseniz web sitemiz üzerinden okuyabilirsiniz.
Aynı zamanda projede görev alan Mehmet Avcı’nın moderasyonunu üstlendiği videonun konuşmacıları Av. Zeynep Gönenç Parmaksızoğlu ve Doç. Dr. Hakan Koçak.
Mehmet Avcı: Momentum Gençlik Ağı Derneği’nin bu hafta başlattığı “Pandemi Döneminde Genç Çalışanların Yanındayız” projesinden herkese merhaba. Konuklarımızla birlikte projenin tanıtımını gerçekleştireceğiz. Hoş geldiniz Gönenç Hanım, hoş geldiniz Hakan Hocam.
Momentum Gençlik Ağı Derneği’nden kısaca bahsedecek olursak, gençlerin karar alma mekanizmalarında temsiliyetlerini ve görünürlüklerini artırmak için bir araya gelen gönüllü gençlerin oluşturduğu bir sivil toplum kuruluşu. Eşitlik, özgürlük ve dayanışma başlıklarında buluştuğumuz Momentum Gençlik Ağı Derneği’ne katılmak için sizler de momentum.org.tr üzerinden form doldurarak başvuruda bulunabilirsiniz.
“Pandemi Döneminde Genç Çalışanların Yanındayız” projesi Sivil Düşün AB Programı desteğiyle gerçekleştirdiğimiz bir proje oldu. Özellikle bu yıl içerisinde hepimizin hayatının değiştiği pandemi süreciyle alakalı olarak, genç çalışanların bu süreçten nasıl etkilendikleri ve karşılaştıkları zorluklar hakkında neler yapabileceğimizi konuşup düşündük. Bu düşüncemizi çevremizle paylaştığımızda genç çalışanların iş ortamında ciddi sorunlar yaşadıkları ve bu sorunların çözümü aşamasında muhatap bulmakta zorlandıklarını gördük. Bununla ilgili olarak hak kaybına uğrayan gençlerin sorunlarına ilişkin hem İş Hukuku bakımından uzman görüşleriyle beraber bir derleme, hem de çözüm önerilerine yönelik bir raporlama sunmak üzere projemiz başladı.
Sizler de 12 Ekim-13 Aralık tarihleri arasında http://momentum.org.tr/pandemi/ adresinden ulaşabileceğiniz form aracılığıyla başvuruda bulunabilir, sorunlarınızı paylaşabilir ve raporlama açısından bu çalışmaya katkı sağlayabilirsiniz. Aralık ayı sonrasında proje çıktılarının rapor haline getirilip değerli katılımcılarla paylaşılması için çalışmalarımız devam edecek.
Sözü çok uzatmadan konuya bir giriş yapmak istiyorum. Başlarken karşımıza çıkan ilk sorunlar işten çıkarma yasakları ve ücretsiz izinler oldu. Bu konularla ilgili karşılaşılan sorunlara çözüm bulabilme aşamasında yaşadığınız, gördüğünüz, paylaşmak istediğiniz durumlar neler olabilir?
Av. Zeynep Gönenç Parmaksızoğlu: Pandemiyle birlikte hepimizin hayatına yeni yeni kavramlar girdi. Biz de Türkiye’de yaşayan insanlar olarak, kısa çalışma ödeneği, ücretsiz izin, işten çıkarma yasağı gibi kavramlar bu süreçte İş Hukuku bağlamında en çok karşılaştığımız kavramlar oldu ve hayatımızda önemli hale geldi. 11 Mart’ta Türkiye’de ilk COVID-19 vakası görüldü ve 16-17 Nisan’da da bahsettiğimiz kavramlar hakkında düzenlemeler yapıldı. İşten çıkarma yasağı uygulamasına kadar işverenlerin bir kısmı işten çıkarmaları yaptılar. İşten çıkarma yasağı en son 17 Eylül’de uzatıldı, 17 Kasım’a kadar sürecek. Kavram işçiyi koruyor gibi görünüyor, ancak geldiğimiz noktada uygulamada görülen işçilerin istifaya zorlandıkları oluyor. İşveren çalışanına “senin tüm özlük haklarını vereceğim” diyerek istifaya zorluyor, bir takım istifa dilekçeleri işverenden alınıyor. Teknik sorunlar da bunların beraberinde geliyor. SGK çıkış kodu olarak işçinin istifası giriliyor, bu sebepten işçi işsizlik maaşı alamıyor. Bizim iş hukukumuzda ücretsiz izin işçi ile işverenin mutabık kalması koşuluyla uygulanabilecek bir yoldu, bugün tamamen işverenin inisiyatifine bırakılmış durumda. Zaten ülkenin ekonomik koşulları belli, maaşlar belli, insanların geçim şartları belli. İşçiler işverenin dayatmalarına maruz kalmak zorunda bırakılıyor. Bazı ücretsiz izin durumlarında işçi çalıştırılıyor, belki birtakım ödemeler de yapılıyor. Ancak bu işçinin primi ödenmiyor örneğin, arkasından da bu tip sorunlar geliyor. Bu kavramlar işçiyi koruyan yaklaşımlarmış gibi görünüyor ama yakından bakıldığında tamamen işverene hizmet eden bir çarkın şu anda dönmekte olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla işçi yine emeğinin mücadelesini vermeye çalışıyor.
Süreç yeni bir süreç. Yargıtay’dan yeni kararlar gelmiyor şu an için ama bu konu ilerleyen süreçte Yargıtay nezdindeki kararlar bakımından mümkün olduğunca takip edilecek.
Pandemiyle birlikte ortaya çıkan başka sorunların da üzerinde durmak gerekiyor. Evden çalışmanın çok arttığını, plazalarda çalışan insanların evlerinde tıkılı halde saatlerce ekran başında çalıştıklarını görüyoruz. Klasik 9.00-18.00 mesai kavramının ortadan kalktığını, çalışanın bir mola bile veremediğini, öğle arası kavramının yok edildiğini görüyoruz. Fazla mesai kavramının tamamen göz ardı edildiği bir durumu yaşıyoruz. Bunlarla birlikte işveren işçinin evden çalıştığını gerekçe göstererek yol ve yemek parasını kesmekten de kaçınmıyor. İşveren açısından baktığınızda ofiste çalışılmadığından elektrik, internet, çay-kahve gibi tüketimlerden ve yol-yemek parası bakımından ciddi anlamda kârı var. İşçi evindeyse elektrik, internet, ısınma giderleri gittikçe artıyor. Elbette hastalığın bulaşıcılığı sebebiyle kendimizi korumak adına evlerden çalışıyoruz, ancak bu durum İş Hukuku bakımından yeni birtakım kavramları düşünmemizi gerektiriyor. Örneğin işçiye yapılan yol ve yemek yardımı yerine, artık internet, elektrik ve ısınma giderlerine ilişkin yardımlar yapılması gerekiyor ve evdeki çalışma saatlerini düzenleyen mesai kavramının anlaşılması gerekiyor. İnsanların evde çalışıyor olmaları, her an Zoom’da toplantı yapabilecek halde olmaları anlamına gelmiyor. İnsanların sosyal hayatlarını tamamen yok sayan bir bakış bu. Bir kadın işçi bir yandan çocuğunun online eğitimini takip ederken bir yandan Zoom toplantısına katılmak durumunda kalıyor. İnsanların yükleri çok ciddi olarak artmış durumda. Bir taraftan da az önce konuştuğumuz ücretsiz izinler, kısa çalışma ödeneği, işten çıkarma yasakları gibi kavramlar işveren lehine yorumlanarak işçi çok daha zor durumda bırakılmakta. Hatta sözünü ettiğimiz yardımların kesilmesiyle birlikte ülkenin ekonomik koşullarını göz önüne aldığımızda işçilerin gelirinin giderek düşmesi söz konusu.
Dolayısıyla bu proje başvurularla birlikte neler yaşandığını görüp, kayıt altına alarak raporlamamız konusunda çok önemli. Projenin tamamlanmasını takiben herkese yardımcı olması amacıyla sık sorulan sorular üzerine bir rapor da hazırlayacağız. Tekrar belirtmek isterim ki sorun yaşayan herkesin proje üzerinden bizimle iletişime geçerek sağlayacakları katkıyı da çok önemsiyoruz. Şu an için söyleyeceklerim bu kadar, gerektiğinde tekrar söz alıp ekleme yaparım.
MA: Teşekkürler. Bu konuyla ilgili çeşitli sıkıntıları yakın çevremiz de bizler de yaşıyoruz. Söylediğin gibi evden çalışmak her an online toplantıya katılabilecek durumda olma anlamına gelmiyor. Bazı şirketler çalışanlarıyla yaşadıkları güven problemi dolayısıyla sürekli kamera açık bir biçimde çalışmayı talep ediyorlar. Belki bu işin mobbing kısmına da değinmek gerekir.
ZGP: Tabi. Görüntünüzü paylaşıyorsunuz, aynı zamanda kişisel veri boyutu da var. Pek çok konunun düzenlemeye ihtiyacı var.
MA: Yol ve yemek yardımlarının kesilmesi, ücretsiz izinde olması ya da kısa süreli çalışma ödeneği alması gerekçesiyle işverenin işçinin sigortasını düşük göstermesi gibi sorunlarla oldukça sık karşılaşıyoruz. Değinmek istediğim bir konu da pandemi sürecinde gerekli tedbirleri almayan işverenin çalışanının hastalığa yakalanması durumunun iş kazası olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hakkında.
ZGP: Bu konuyla ilgili henüz bir netlik yok. SGK yayınladığı bir genelgede COVID-19 iş kazası değildir dedi. Bir Yargıtay kararı var, Domuz Gribi’nin yaşandığı süreçte bir tır şoförü ile alakalı. İşçi mesleği gereği Ukrayna’ya gidiyor ve orada hastalığa yakalanıyor, hayatını kaybediyor. Yargıtay bunu iş kazası olarak nitelendirdi. Başta da söylediğim gibi, COVID-19’un iş kazası olarak değerlendirilmesi süreç içinde belirlenecek. COVID-19 ile ilgili Yargıtay içtihatlarını tam anlamıyla göremiyoruz henüz.
MA: Teşekkürler. Bu tür güncellemeleri de projenin çıktısı olarak herkesin erişimine sunacağımızı hatırlatmak istiyorum. Kasım ortasında yayınlanacak bu verilere başvuranların da göz atma imkanı olacak. Hakan Hocam, sizinle işsizlik konusunu konuşmak istiyoruz. Pandeminin istihdam üzerindeki etkisi nasıl oldu?
Aslında bunu çevremizde de hissedilir şekilde görüyoruz. Gönenç Hanım’la da konuştuğumuz gibi işten çıkarma yasakları dolayısıyla durumun gerçek boyutları rakamlara yansımıyor belki. TÜİK’in Temmuz-Ağustos aylarına ilişkin işsizlik raporu yayınlandı. DİSK’in bu konuda kapsamlı bir araştırması oldu. Bu konu üzerine düşüncelerinizi duymak isteriz.
Doç. Dr. Hakan Koçak: Teşekkür ederim. Dediğiniz gibi işsizlikle ilgili TÜİK resmi olarak veri oluşturmak ve bunları kamuoyuyla paylaşmakla görevli devlet kurumu. Fakat epeyce zamandır TÜİK’in sunduğu hanehalkı işgücü anketlerine dayalı işsizlik verileriyle ilgili ciddi kuşkular vardı. Ancak pandemi döneminde bu kuşkular ve verilere güvensizlik daha da arttı. Bu da çok haklı ve anlaşılır bir durum. Çünkü hepimizin gündelik gözlemleriyle bile tanık olduğu işsizliğin artıyor olduğu gerçeğini tümüyle es geçen, bunu görmeyen veriler sunuyor TÜİK.
Bu duruma neden olan bir teknik sebep var. Sevgili arkadaşımız Gönenç’in de belirttiği gibi çeşitli kanun hükmünde kararnameler ve kanunlarla işten çıkarma yasağı, nakdi gelir desteği gibi, ve daha öncesinden gelip şimdi yoğunlaşmış kısa çalışma ödeneği gibi çeşitli uygulamalar var. TÜİK, son derece kitleselleşmiş, pandemi döneminde sayıları oldukça artmış bu kesimleri işsiz rakamları içinde saymıyor. Oysa, DİSK’in Araştırma Birimi’nin (DİSK-AR) belirlediğine göre 5-6 milyon kadar insan bu grupta yer alıyor.
Bilinmesi açısından TÜİK resmi olarak işsiz tanımını nasıl yapıyor, işsiz deyince ne anlıyor kısaca bahsetmek istiyorum. TÜİK ayda bir anket yaparken hanehalkına son bir ay içerisinde çeşitli kanalları kullanarak aktif olarak iş arayıp aramadığını soruyor. Buradaki süre kısa, ikincisi de aktif olarak iş aramak sorunlu bir durum. Ve “İş bulursanız iş başı yapmaya hazır mısınız?” diye soruyor.
Burada Türkiye’deki işsizliğin karakteristiğine baktığımızda çok uzun süreli işsizlikler var ve bu süre giderek de uzuyor. Önemli sayıda insan aslında yoğun, bıktırıcı iş arama süreçlerinden sonra birçok kez ümidi kırılmış işsizler denen gruba giriyorlar. Yani anketör gelip size sorduğunda, “Hayır, şu an iş falan aramıyorum” diye cevaplıyorsunuz ve TÜİK sizi işsiz grubuna dahil etmiyor. Oysa oradaki işsizlik hali istihdama dahil olamamadan daha derinleşmiş, daha pekişmiş bir işsizlik.
MA: Evet, ben de proje için araştırma yaparken ümidi kırılmış işsiz, mutsuz işsiz grubunun büyük oranlarda genişlediğini gördüm.
HK: Evet. Bir işte çalışırken, işçinin yaşına ve iş koluna bağlı olarak da değişmekle birlikte, kimi zaman var olan işinizden ayrılıp bir başka iş aramak hiç de kolay bir süreç olmuyor. Uzun sürebiliyor ve bıktırıcı hale gelebiliyor, ümitsizliğe düşüyor işsiz. En azından o anketin kapsadığı süreç için iş aramaz hale gelebiliyor. TÜİK bu grubu verilerinin dışında tutuyor ama bu pandemi öncesinde de TÜİK verilerinin bir sorunuydu. Pandemiyle birlikte buna eklenen, az önce sözünü ettiğimiz işten çıkarma yasağıyla birlikte ücretsiz izne çıkarılmış olanlar. Öyle bir gri alan yaratılıyor ve öyle bir ara grup oluşturuluyor ki, insanlar “Ben bu nakdi desteği de istemiyorum, çıkıyorum. İşsiz olarak iş arayacağım” dese kıdem ve ihbar tazminatından olacak, işsizlik sigortası fonundan yararlanamayacak. Yani aşağı yukarı 1170 TL’lik bir nakdi gelir desteği, asgari ücretin neredeyse yarısı bir tutar karşılığında işçiyi esir almış oluyorsunuz. Bu koşullardaki işçi işsiz midir, istihdam edilen midir? TÜİK’e göre bu kategoridekiler işsiz sayılmıyorlar.
Benzer şekilde az önce söz geçen kısa çalışma ödeneği konusu. Yüz binlerce irili ufaklı firma başvuruda bulundu, kısa çalışma ödeneğinden yaygın biçimde yararlanıldı. Ciddi manada denetimi de yok. Kısa çalışma ödeneği alanlardan önemlice bir kısmı aslında çok düşük ücretlerle bir biçimde istihdam ediliyorlar. Onların da önemli bir kısmı aslında gerçek anlamda bir iş bulabilseler pekala o işe geçebilecek durumdalar ama onlar da “Hiç değilse bu ödenekten olmayalım” düşüncesiyle iş aramıyor gibi görünüyorlar.
Dolayısıyla tüm bu grupları topladığınızda, şu anda gerçek anlamda istihdamda olanlar ve olmayanlar ayrımı üzerinden gitmeyen, TÜİK’in anketlerinde benimsediği teknik yoluyla ulaşılan veriler Türkiye’nin işsizlik verilerini bu anlamda doğru yansıtmıyor. Bu konuda DİSK-AR’ın epeyce bir süredir devam ettirdiği önemli bir veri toplama çalışması var. Aslında o da TÜİK istatistiklerine dayanıyor. Fakat burada az önce bahsettiğimiz grupları da içeren geniş bir işsizlik tanımı var.
Türkiye’deki reel, sahici işsizlik tablosunu anlamak için buraya bakmak lazım. Buraya baktığınızda da pandemiyle birlikte kabaca söylesek yaklaşık yüzde 30’luk bir işsizlik oranı karşımıza çıkıyor. Ki bu son derece yüksek. Bu oran içerisinde de bizim konumuz olan genç işsizliği yine yüzde 30 gibi bir oranda. Yani işsizlerin üçte birine yakın bir kesimini 15-24 yaş arası gruptaki gençler oluşturuyor. Bu çok ciddi bir sorun. Gençler dediğimizde, bir ülkenin geleceğini temsil ediyorlar, işgücü piyasasına yeni girmek durumunda olan insanlar, ümitleri var, beklentileri var. Aynı zamanda onlara son zamanlarda açılmış çok sayıda üniversite ve yüksek okulla birlikte verilmiş ümitler de var, “Buralarda okursanız meslek sahibi olacaksınız” diye. Oysa hem genç işsizliği artıyor hem de genç işsizler arasında yüksek eğitim görmüş işsizlerin oranı da artıyor.
Hal böyleyken bu konuları es geçen bir işsizlik politikası ve mücadele stratejisi geliştirmek gerçekçi değil. Sunulan ve sanki emekçilere yönelik büyük bir armağan gibi sunulan pandemi süreci sosyal koruma önlemleri son derece düşük. Yıllar içerisinde çok ciddi meblağlar toplanmış işsizlik fonundan ısrarla geniş ve etkin bir biçimde yararlanılmıyor. Bu fonun ciddi bir kısmı işverenlere teşvik olarak veriliyor, işçiye düşen pay ise az önce söylediğim gibi oldukça düşük cüzi ve hatta komik diyebileceğimiz miktarlar. 1170 TL ile bugün bir hanenin ya da bir bireyin bir ayını geçirmesi mümkün değil. Yoksul hanelere verilen aylık 1000 TL’lik nakit desteği de böyle. Bunlar oldukça az meblağlar.
Oysa sendikaların, konuyla ilgili çalışan sivil toplum örgütlerinin pandeminin başlangıcından beri yükselttikleri talepler var. İşsizlik sigortası fonundan en azından az önce bahsettiğimiz işsiz kategorilerinin bir asgari ücret tutarında destek alması ve işsizlik sigortasından yararlanmayla ilgili çok kısıtlayıcı koşulların esnetilmesi gibi talepler hep dile getirildi. Unutulmaması gerekir ki bu kadar ciddi istihdam sorunu, işsizlik sorunu yaratan pandemide bu bir lüks değil, anayasada yazan sosyal devlet olmanın ve sosyal adalet ilkesinin de bir gereğidir.
MA: Hakan Hocam söz etmek istediğim bir diğer konu çalışanların sağlık koşullarına işveren tarafından gösterilen dikkatle ilgili. Çalışma alanlarında, ofislerde ve fabrikalarda gerekli önlemlerin alınmadığını, işveren tarafından temin edilmesi gereken kişisel korunma ekipmanlarının sağlanmadığını görüyoruz. Bazı fabrikalar konaklamalarını da sağlayarak işçileri toplu halde çalışmayı sürdürdüler pandemi döneminde. Benzer şekilde okulların açılmasıyla özel okulda çalışan öğretmenlerin okullara gitmesi talep edilmeye başlandı. Ancak sosyal mesafeye ilişkin düzenlemeler ve hijyen koşullarını gözetir önlemler göz ardı edilebiliyor. Hatta bazı iş yerlerinde COVID-19’a yakalanan çalışanların, diğer çalışanların etkilenmesini ve iş kaybı yaşanmasını önlemek amacıyla gizlendiği durumlar da oluşmaya başladı. Bu türden durumlara ilişkin söylemek istedikleriniz nelerdir? Nasıl bir karşı argüman oluşturmak gerekir?
HK: Evet, sürecin başından beri buna benzer karşılaştığımız çok örnek var. Bir kere bir mevzuat yokmuş gibi davranılıyor ancak bu konuda oluşturulmuş bir mevzuat var. 2000’li yıllarda çıkan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği ile ilgili bir yasa var. 1930’lardan bu yana işlemekte olan Hıfzıssıhha Kanunu gibi kanunlar var. Aslında bu kanunların, bağlı yönetmeliklerin ve ilgili mevzuatın gerçek anlamda uygulanması ve etkin biçimde denetlenmesi bile emekçilerin sağlığını ve yaşamını koruma anlamında pandemi döneminde işçi sağlığı ve güvenliğiyle ilgili çok önemli bir güvence ve başarı sağlayabilirdi. Oysa görünen o ki, bu konuda çalışan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı denetimleri tümüyle bırakmış durumda. Yani diyebiliriz ki şu anda Türkiye’de çalışanların çok büyük bir bölümü denetimsiz bir şekilde işverenin alacağı tutumlara, o mevzuatı uygulama yöntemlerine mahkum bırakılmış durumdalar. Acı örnekler var. Çanakkale’deki Dardanel Fabrikası’nda günlerce süren, aslında bir zorla çalıştırma durumu var. Pozitif vakalar çıktı. İşin durdurulması gerekirken, özel yurtlar tutulup tamamen yalıtılmış mekanlarda işçiler çalışmaya zorlandılar. Benzer bir durum Manisa’da Vestel Fabrikası’nda yaşandı. Yine çeşitli büyük hidroelektrik santrali ve benzeri inşaat şantiyelerinde bu durumları gördük.
Öte yandan sizin de bahsettiğiniz gibi, pek çok pozitif vakanın denetimlere ve iş durdurmalara sebep olmasın diye saklanması veya işçilerden bunların duyurulmamasının istenmesi durumları söz konusu. Bunlar çalışma mevzuatı konusu olmaktan öte çok temel insan hakları meseleleri. En temel hak olan yaşam hakkının ihlali söz konusu. Biliyorsunuz baştan beri popülerleşen bir slogan var, “Evde kal”. Burada tuhaf bir durum var. Bir yandan işçilerin evde kalması isteniyor, fakat evde kalınması için en zorlayıcı tedbir olan sokağa çıkma yasağında Türkiye’de yüzbinlerce, belki milyonlarca, net bilmediğimiz sayıda insan başta organize sanayi bölgeleri olmak üzere iş yerlerine servislerle götürülüp çalıştırıldılar. Keza toplu taşımalara binerek işlerine giden insanlar, kargo şirketleri çalışanları… Şimdi bir yandan toplu halde yüzlerle binlerle ifade edilen sayıda işçi, tedbirler alınsa bile, ki onun da niteliğini bilemiyoruz çünkü konuştuğumuz gibi bir denetimden bahsedemiyoruz, bir mekan içerisine toplanıyor. Buna karşılık siyasi toplanmalar yasaklanıyor, piknikler, tiyatro oyunları yasaklanıyor. Burada bir paradoks, adeta bir sınıfsal yarılma var. Evde kalabilen şanslılar ve evde kalmak istese bile iş başı yapmak zorunda kalanlar veya Dardanel, Vestel örneklerindeki gibi işyeri evi haline getirilmiş olanlar var. MÜSİAD’ın geçtiğimiz aylarda ortaya çıkan bir projesi vardı. Tümüyle izole, kapalı çalışma kampları tasarısı ortaya atmışlardı. MÜSİAD’ı bu konuda eleştiriler geldi. MÜSİAD’ın bu projesi inşaat halinde, henüz hayata geçmiş değil ama az önce söylediğimiz örneklerle bu fiilen hayata geçmiş oldu.
Burada şunu hatırlamak gerekiyor, işçiler de herkes gibi insan, yurttaş ve onların da anayasada ve uluslararası sözleşmelerde tanınmış haklardan yararlanması gerekir. Dolayısıyla bir bütün olarak hem çalışma, işçi sağlığı ve güvenliği gibi yasalarla korunan haklarının hem de bunların devamı niteliğindeki en temel hakları olan yaşam hakkı konusunda çok daha ciddi bir kamuoyu yaratmak gerekiyor. Çünkü İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin rakamları bize gösteriyor ki COVID-19 giderek artan biçimde işle ilgili ölümler içinde yukarılara çıkıyor ve hiç de küçümsenmemesi gereken bir durum.
MA: Öyle hocam. Umarım bu projede elde edilecek veriler ileride bu sorunların çözümüne ulaşma konusunda yardımcı olabilir. Katkılarınız için çok teşekkür ederim. Konuya ilişkin daha detaylı bilgileri önümüzdeki dönemde internet tabanlı yayınlar aracılığıyla paylaşıyor olacağız. Sosyal medya hesaplarından Momentum Gençlik Ağı Derneği’ni takip edebilir, güncellemelerimize bu kanallar üzerinden erişebilirsiniz. Tekrar hatırlatmak isterim ki projeye katılarak sağlayacağınız katkılar son derece önemli olacak. Gönenç Hanım, eklemek istedikleriniz olursa alalım ve yayını sizinle kapatalım.
ZGP: Hakan Hoca’nın bahsettiği gibi değindiğimiz konular hakkında kanuni düzenlemeler var, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalar var. Maalesef ki Türkiye’nin emek mücadelesini tarihsel olarak incelediğimiz de hep bir çaba sarf edilmesi gerektiğini görüyoruz. Sendikalar her ne kadar Türkiye’de aktifleşemeseler de onların önemi büyük. COVID-19’la birlikte bu mücadelenin farklı bir boyuta evrildiğini görüyoruz. Her ne kadar işçi geçim sıkıntısı dolayısıyla işverenin sağladığı koşullara mahkum kalıyorsa da emeğin mücadelesinden vazgeçilmemesi gerektiğini vurgulamak istiyorum.